SUSMA HAKKI NEDİR?
Susma, kişinin konuşmaması veya konuşmaktan çekindiği hali ifade eden bir durumdur. Susma hakkı, şüphelinin suç ile ilgili olarak sessiz kalma tercihine karşın soruşturma evresinde soruşturma makamlarının, şüphelinin bu tercihine saygı duyması ve bu hakkın ihlal edilmemesini güvence eder. Şüpheli, kendisi aleyhinde beyanda bulunmaya ve isnat edilmek istenen suçu zorla ikrara zorlanamaz.
Susma hakkı, hukukumuzda kaynağını anayasadan almaktadır. Anayasa md.38/’e göre “Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.”. Kanun hükmü, aynı zamanda ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan “nemo tenetur ilkesi”ni de içerisinde barındırmaktadır. Susma hakkının temelini nemo tenetur ilkesi oluşturur.
Nemo tenetur ilkesi, kişinin kendini ve yakınlarını suçlamaya zorlanamayacağı anlamına gelir ve hem şüpheli/sanık için susma hakkı hem de tanıklar bakımından kendini suçlayıcı nitelikteki sorulara cevap vermeden kaçınması imkânı sağlamaktadır.
Susma ve kendini suçlamama hakkı, AİHS md.6/1’de zımnen ifade edilmiştir. Yani adil yargılanma hakkı bakımından susma hakkı, bu hakkın önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Gerçekten de şüphelinin kendini suçlamaya zorlanması adil yargılanma hakkına aykırı ve modern bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek bir uygulama olacaktır. Aynı zamanda şüphelinin susmak istemesine rağmen onu ifade vermeye zorlamak yalnızca ifadenin hukuka uygunluğunu ortadan kaldırmayacak aynı zamanda işkence ve kötü muameleye yol açarak şüphelinin insanlık onurunu ihlal edecektir.
İşkence, hem Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmiş hem de Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ifade ve sorguda yasak usullerin içerisinde sayılmıştır. Dolayısıyla şüpheliye susma hakkının kullandırılmaması, bu hakkın kendisine açıklanmayarak aydınlatma yükümlülüğü ve dolayısıyla şüpheli açısından bir diğer kritik hak olan aydınlanma hakkının ihlal edilmesi; şüpheliden alınan ifadeyi hukuka aykırı hale getirecek ve delil yasağı oluşturacaktır. Bu şekilde alınmış olan ifade, şüphelinin rızası olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.
Şüpheli, her ne kadar soruşturma evresinde muhakemeye yön verme hakkı kapsamında deliller sunarak suçsuzluğunu ispat etme olanağına sahip olsa da suçsuzluk karinesi bakımından böyle bir şeyle yükümlü olmayacak, bu aşamada ispat yükü şüpheli üzerine bırakılmayacaktır. Suçsuzluk karinesi, ceza soruşturması ve kovuşturmasına tabi ilgilinin; suçluluğu sabit olmadıkça suçlu sayılmamasını ifade etmektedir. Türk hukukunda Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiş olan bu kavram, dayanağını Anayasa m.38/4’ten almaktadır. Buna göre “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”. Suçsuzluk karinesi, uygulamada “masumiyet karinesi” olarak da sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Susma hakkı her ne kadar şüpheli elinde büyük bir avantaj olarak bulunsa da bu hak sınırsız ve mutlak değildir. Ceza muhakemesi hukukunun nihai amacının maddi gerçeğe ulaşmak olduğu göz önünde bulundurulduğunda, şüphelinin susma hakkını kullanması bazı durumlarda mümkün olmayacaktır.
Susma hakkı, şüphelinin sadece ifade vermekten kaçınabileceği anlamına gelmemektedir. Bununla birlikte hak, şüphelinin ne zaman ve nasıl ifade vereceği kararında serbest olması; müdafine danışabilmesi ve susma ya da konuşma konusunda müdafinin tavsiyelerine göre hareket edebilmesi ve hatta isterse soruşturma evresinde susup kovuşturma evresinde konuşabilmesidir.
Susma hakkı, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 147.maddesinin (e) bendinde kendine yer bulmuştur. Buna göre şüphelinin ifadesi alınırken kendisine yüklenilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu açıklanır. Şüpheli, ifade sırasında kendisine yöneltilen soruların tamamına ya da bir kısmına cevap vermemekte özgürdür. Kanun koyucu, şüphelinin bu konuda bilgilendirilmesini öngörmüştür.
Susma hakkının kullanılması bakımından belirli bir zaman öngörülmüş değildir. Şüpheli, susma hakkını kullanmak istediğini ifade alma sürecinin başında beyan edebileceği gibi bunu ifade devam ederken de yapabilecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilmiş 08.02.1996 tarihli John Murray v Birleşik Krallık kararında, susma hakkının şüphelinin polis tarafından sorgulandığı noktadan itibaren geçerli olduğu belirtilmiştir.
SUSMA HAKKININ KAPSAMI
Susma ve kendini suçlayacak beyanda bulunmama hakkı; kişinin hem kendi aleyhine sonuç doğuracak hususlarda beyanda bulunmama hem de bu doğrultuda delil ve belgeleri vermeme hakkını kapsar.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında susma hakkı, adil yargılanma şartı tarafından güvence altına alınmıştır. Şüpheli, sorulara cevap vermediği için mahkum edilemez. Heaney ve McGuinness vs İrlanda davasında devletin güvenliğine karşı işlenen suçlara ilişkin iç hukuk, şüphelilerin hareketlerini açıklamasını öngörmektedir ve bunu yapmayan her şüpheli mahkum edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen olayda şüphelinin sessiz kalma hakkının özünün tahrip edildiğine karar vermiştir.
Bununla birlikte, susma hakkının yalnızca hatalı davranışın ikrarını kapsamakla sınırlı olmadığı, yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilmiş 17.12.1996 tarihli Saunders v Birleşik Krallık davası kararında ifade edilmiştir. Buna göre “Görünüşte suçlayıcı nitelikte olmasa bile, baskı altında elde edilen ifadeler – masumiyetini beyan edici ifadeler ya da olayla ilgili sorulara karşılık verilen bilgiler – daha sonra savcılığın iddialarını desteklemek için, örneğin sanığın diğer ifadelerine veya duruşma sırasında verdiği ifadeye karşı çıkmak ya da şüphe düşürmek veya inandırıcılığını gölgelemek amacıyla ceza yargılanmasında kullanılabilir. Bu ifadelerin jürinin değerlendirilmesine sunulduğu durumlarda, bu beyanlar başvuruyu veren aleyhine sonuçlar yaratabilir.”
SUSMA HAKKININ SINIRI
Şüpheliye tanınmış susma hakkı, masumiyet karinesine zeval getirmeyecek ölçüde ve belli hususlarda sınırlandırılmıştır.
Ceza muhakemesi hukukunda delil serbestisi ilkesinin benimsenmiş olmasından dolayı suçun ispatı noktasında her türlü delilden faydalanılabilir. Şüphelinin susma hakkı kapsamında, kendi aleyhine delilleri sunması zorunlu tutulmamışken; kişi kendisini suçlayıcı sonuç doğuracak olsa bile kendisinden delil elde etmeye yönelik uygulanan işlemlere karşı susma hakkını ileri sürerek engel olamaz. Susma hakkının kapsamı başlığı altında da incelenmiş olan Saunders v Birleşik Krallık davasında AİHS, susma hakkı ve kendini suçlamaya zorlanma yasağının ceza muhakemesinde şüpheli ya da sanıktan, onun iradesinden bağımsız nitelik taşıyan kan, nefes, idrar örnekleri ve DNA testi için vücut dokusu elde edilmesini kapsamadığını belirtmiştir. Kişinin iradesinden bağımsız nitelikte olan belgeler, nefes, kan, üre ve DNA testi için doku örnekleri sanıktan zorlayıcı metotlarla elde edilebilir.
Bu husus, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde daha açıkken, Türk hukukunda bu işlemlerin anayasa hukuku bakımından vücut bütünlüğüne müdahale niteliği barındırması nedeniyle tartışmalıdır. Bu nedenle, bu gibi işlemler için ve özellikle şüphelinin rızasının aranmadığı durumlarda susma hakkı sınırının dikkatlice çizilmesi gerekmektedir. Şüphelinin beden muayenesine rızasının olmadığı durumlar Beden Muayenesi Yönetmeliği’nin 18.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; mevzuatta aranan tüm koşulların gerçekleşmiş olmasına ve şüphelinin bu konuda aydınlatılmış olmasına rağmen muayene yapılmasına ya da örnek alınmasına rıza göstermemesi halinde, kararın infazı için ilgilinin muayenesini ya da vücudundan örnek alınmasını sağlamak üzere ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca gerekli önlemler alınacaktır. Ancak bu hususta ne gibi önlemler alınacağının yönetmelikte açıkça düzenlenmemiş olması, şüpheli hakları bakımından ihlal riskinin yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Susma hakkı bakımından bir diğer önemli sınır, şüphelinin kimliği konusunda konuşma mecburiyetidir. Şüpheli, kimliğini doğru beyan etmek ve bu konuda sorulan sorulara doğru cevap vermekle yükümlüdür. Bu sınır yalnızca kimliği hakkında soruları cevaplama zorunluluğunu değil, bu sorulara verilen yanıtın doğru olması gerekliliğini de kapsamaktadır.
Şüpheli, kimlik bilgileri hakkında susma hakkını kullanamayacağı gibi bu konuda yalan beyanda da bulunamaz. Kimliği hakkındaki soruları doğru cevaplandırmamak ve başkasına ait kimlik bilgisi vermek suç olarak düzenlenmiştir. Şüphelinin kimliği hakkında bilgi vermekten kaçınması, Kabahatler Kanunu kapsamında idari para cezasını gerektirir, ancak bu husus kolluk faaliyetiyle ilgili olup ilgilinin henüz şüpheli sıfatını haiz olmadığını söylemek mümkündür.
Soruşturma evresi sonunda düzenlenecek olan iddianamede, şüphelinin kimliği belirtilmelidir. Bu nedenle şüphelinin susma hakkına bu kapsamda bir sınırlama getirilmesi muhakemenin akıbeti açısından olumlu bir durumdur.